Lilypie Third Birthday tickers

Ekim 23, 2009

BUGÜN BENİM DOĞUM GÜNÜM


Doğumgünü kızıyım bugün. Dileklerim binbir çeşit. Hangisinden başlasam bilemiyorum.

Küçük aşkım ve büyük aşkımla çoook uzun bir ömür dileyerek başlayabilirim belki.

Ve yıllar sonra tabi, küçüğümün küçüklerini görebilmeyi, unumu eleyip eleğimi asıp sevgilimle dünyayı gezmeyi. O kadar yaşayabilmeyi işte.

Eskiden hiç o kadar çok yaşamak heveslisi değildim. Ama şimdi, anne olduktan sonra yani. Ben galiba dünyaya kazık kakmak istiyorum...

Ekim 22, 2009

ANNELİK...

* O yanında yokken karaladığı resim kağıtlarına bakıp hüzünlenmektir.

* Yaptığı herşeye usta bir sanatçının elinden çıkmışçasına hayran olmaktır.

* Görmemişlik yapmanın suyunu çıkartmaktır.

* Herkese onu anlatmaktan asla sıkılmamaktır.

* Kendine ait sadece bir kaç saat hayal etmek, elde ettiğinde vicdan azabı duymaktır.

* Aynı mikrosaniye içinde öfkeden deliye dönüp, onun yarısı kadar bir süre içinde sakinleşmek buna kendin bile şaşırmaktır.

* Bir gece artık sadece onun için dua ettiğini farketmektir.

* Sen daha tadına bile bakmadan elinden kapılan çikolataya içinin gitmemesidir.

* Fotoğraf çekmekten ve arşivlemekten sapıkça zevk almaktır.

* Sabrının en üst sınırını öğrenmektir.

* Yeniden küçük saçma şeylere heyecanlanabilmektir.

* Anneni daha sık hatırlamak, daha çok sevmektir.

* Bilinmezlikten deli gibi korkmaktır.

* Gecenin üçünde en tatlı sesinle şarkı söylemeyi becerebilmektir.

* On kaplan gücünde hissetmektir.

* Yaratıcılık sınırlarını zorlamaktır.

* Uykunun çoook değerli bir nimet olduğunu öğrenmektir.

* Sevgilini onunla paylaşabilmektir.

 ve...

* Dünya üzerindeki en güzel kokunun ona ait olduğunu bilmektir...

Ekim 21, 2009

ANNE ZİYARETİ

Dün ikinci kez ofise beni ziyarete geldin. Bir anda ilgi odağı oldun tabii. Tam da senin sevdiğin şey o yüzden çok da şikayetçi değildin bu durumdan:) Herkes seni çok sevdi. Büyük çoğunluk da benim kopyam olduğunu söyledi. Hatta zaman tünelinde miyim İmren'in küçüklüğü mü gelmiş diyenler bile oldu:)) Masama oturdun ve uslu usul ajandamı karaladın:) Sorun çıkarmadın. Bu arada tek başına gelmedin tabii ki:) Güliz Halan getirdi seni. Çıkış saatime yakın geldiniz.

İşten çıktıktan sonra Cevahir'e gittik ve Yeliz halana doğum günü hediyesi aldık. Sonra yemek yedik. Seninle o komik trene bindik alışveriş merkezini turladık sen çok eğlendin.

Sonraaa daa doğumgünü kutlamasına tabii kii. Senin en sevdiğin kısım mum üfleme kısmını birlikte gerçekleştirdiniz. Nice yıllara Yelizcimm.

Ekim 16, 2009

ALIŞVERİŞKOLİK VE BEBEĞİ - SOPHIE KINSELLA



Sophie Kinsella'nın okuduğum ikinci kitabı. Aynı ilki gibi (Pasaklı Tanrıça) çok eğlenceli, atıştırmalık tadında, bayağı kalın olmasına rağmen çok kısa süre içinde bitirdim. Becky Bloomwood karakterini çok sevdim. Zaman zaman yok artık çok abartmışlar dediğim yerler de olmadı değil. Kitaptan çok fazla bir edebi nitelik beklemeden eğlencelik olarak okumak isteyenlerin seveceğini düşünüyorum.

Ekim 13, 2009

KÜÇÜK PEMBE MELEK



       Bir zamanlar küçük pembe bir melek uzak diyarlardan bizim dünyamıza gelmeye karar vermiş. Düşünmüş taşınmış, önce anne ve baba adı verilen ve onu bu dünyaya taşımaya yarayacak iki kişi seçmesi gerekiyormuş. Kıvırcık saçlı, biraz inatçı, doğuştan yazar birini kestirmiş gözüne “anne” olarak. Onu seçmeye karar vermiş. ”Baba”nın ise çok güzel mavi gözleri ve kocaman iyi bir yüreği varmış.

     Hissettirmeden usulca, sakin sakin yerleşmiş yeni mekanına. Biraz karanlıkmış önceleri bulunduğu yer, ama sıcakmış sımsıcakmış. Korktuğu, kendini yalnız hissettiği zamanlarda “anne” diye seslenirmiş içeriden. Tuhaf olan da “anne” her defasında duyarmış bu çağrıyı. Bulunduğu yerin “annenin” karnının içi olduğunu çok sonraları öğrenmiş.

     Büyümüş, şekillenmiş yavaş yavaş. Bulunduğu yer dar gelmeye başlamış bir zaman sonra. Sıkışıyor, kıpırdanıyormuş sık sık. O her kıpırdadığında dışarıdaki “anne” ve “baba” öyle mutlu oluyormuş ki; alkışlarla, kahkahalarla karşılıyorlarmuş her tekmeyi. İlk önceleri “anne” hissetmiş bu minik kıpırdanmaları. Sonra o kadar güçlü ve büyük hale gelmiş ki “baba” da elini koyup hissedebilmeye başlamış.

     Küçük Melek içeride “anne” ve “baba” ise dışarıda sayıyormuş günleri. Çok merak ediyormuş Küçük Melek dışarıyı. Dünya, nasıl bir yer acaba diyormuş içinden. Güneş varmış, deniz varmış, ağaçlar ve gökyüzü varmış. Kuşlar varmış ve kediler... Bilmiyormuş daha dünyanın çirkin taraflarını. Hep pespembe düşlerle hayal ediyormuş. Oysa savaşlar da varmış dünya denilen yerde, kuraklık da, açlık da. Küçük Melek bu gerçeklerden uzakta mutlu mutlu bekliyormuş dünyaya ayak basacağı günü.

     “Anne” bir yandan harıl harıl hazırlık yapıyormuş dışarıda küçük misafirini kusursuz karşılamak için. Özene bezene hazırlamışlar Küçük Melek’in odasını. Mini minnacık kıyafetler almışlar. Hepsi ancak bir prensese yakışacak kadar güzelmiş. Çok mutluymuş “anne” yürümüyor uçuyormuş adeta. İçinden binlerce kez teşekkür ediyormuş Küçük Melek’e kendisini seçtiği için.

     “Anne” eskisi gibi ince de değilmiş artık. Önünde küçük bir tepe oluşmuş. Büyük bir gururla meleğini taşıyormuş o küçük tepenin içinde. Ağırlaşmış hareketleri ama mutluymuş çok mutluymuş yine de. Yakında ona “anne” diyecek memesinden beslenecek bir melek gelecekmiş çünkü.

     Rüyalarında görüyormuş meleğini. Gezmelere gittiğini, ona dondurma aldığını görmüş bir keresinde. Bir kere de ağlayarak uyanmış uykusundan. Almışlar onu elinden. Onu kaybetme duygusu öyle üzmüş ki “anne”yi uyandıktan, bunun bir rüya olduğunu anladıktan sonra bile uzun süre devem etmiş hıçkırmaya. “Baba” zorlukla sakinleştirmiş onu. İşte burda demiş meleğimiz senin içinde en güvenli yerde...

    “Anne” biraz sulugözlüymüş o sıralar. Vara yoğa ağlar olmuş. Önceleri de öyleymiş ama bu devrede daha bir hassas olmuş sanki. Küçük Melek böyle zamanlarda hissedermiş annesinin üzgün olduğunu. İçerden var gücüyle tekmelermiş “Heyy ben buradayım anne, lütfen üzülme hiç birşey için seni çok seviyorum”. “Anne” bir anda gülümsemeye başlarmış. Böyle zamanlarda içini sonsuz bir huzur kaplarmış.

     İleriki zamanlarda “anne”nin sesini de duyabilmeye başlamış Küçük Melek. “Ne kadar tatlı bir ses bu böyle” demiş kendi kendine. “Hiç bu kadar güzel bir ses duymamıştım daha önce.” “Anne” sanki bu sözleri duyuyormuş gibi şarkılar söylermiş küçük meleğine. Karnını okşar severmiş sanki onun yanağına dokunuyormuş gibi.

     Doğuştan yazar ya “anne” yazarmış bol bol aklına ne geldiyse. Arkadaşları ona kendi elleriyle yaptıkları çok güzel bi defter armağan etmiş. İşte o deftere yazarmış anne içinden gelenleri. Sanki konuşurmuş kızıyla. Kız olduğunu, yani onun aslında bir prenses olduğunu ilk günden beri biliyormuş, hissediyormuş. Bunu öğrendikten sonra da hiç şaşırmamış.

     Onula geçireceği güzel günleri hayal edermiş. “Kime benzeyecek acaba” diyormuş. “Umarım babasının güzel mavi gözlerini alır. Huyu da babasına benzesin onun gibi durgun bir su olsun.” Sonra konuşmalarını merak edermiş. Nasıl anne diyecek acaba. Nasıl sarılacak boynuma. Nasıl yürüyecek, koşarken düşüp canı yanacak mı?? “Anne”nin öpücüğü ile dinecek mi acısı. Sonra kokusu. Anne kokusunu da çok merak ediyormuş. Acaba nasıl kokar diyormuş. Babasına benzer mi kokusu?

     Sabahları kalkar kalmaz aklına düşüyormuş “anne”nin prenses. Heryere onunla gittiğini bilmek çok mutlu ediyormuş “Anne”yi. Herkes çok güzelleştin diyormuş. Çığ gibi büyümene rağmen gözlerin bir farklı parlıyor. “Anne”lik sana çok yakışıyor. Çok gururlanıyormuş anne bu sözleri duyunca. Ölesiye bir sevinç kaplıyormuş içini.

     Aylar ayları kovalamış. İnanılamayacak kadar hızlı geçiyormuş zaman. Oysa ilk başlarda nasıl da geçmez sanmış “Anne” zamanı. Ne kadar da uzun gelmiş ona kırk kocaman hafta. Oysa otuz haftası geride kalmış bile. Sadece on hafta kalmış geriye. Tabii Küçük Melek daha erken gelmeye karar vermezse. Küçük Melek’in geleceğini öğrendiklerinde mevsim kışmış soğukmuş. Ama yaz gelmiş şimdi. Havalar dayanılamayacak kadar sıcak olmaya başlamış. O yaz “Anne”nin hayatında gördüğü en sıcak yazmış.

     Melek’in muhtemel geliş tarihi Eylül ayını gösteriyormuş. O yüzden, geldikten sonra “Eylül” demeye karar vermişler ona. Ahh ne kadar da kulağa hoş geliyormuş bu isim. Ne kadar güzel ve müzikli... İki ismi olacakmış meleğin. Diğer ismi “Ceren”. Onun geleceğini daha öğrenmeden aylar önce bir rüya görmüş “Anne”. Kucağına çok güzel bir kız bebek vermişler bu senin kızın demişler. “Ceren” diye çağırıyorlarmış onu. “Anne” bebeğe bakmış ağlamaya başlamış. Allahım demiş bu benim gördüğüm en güzel bebek. Bir kaç ay sonra da Küçük Melek’in geleceğini öğrenmiş.

     Nasıl da tecrübesizmiş “Anne”. Nasıl da meraklı herşeye. Daha önce yakınında hiç bebek görmemiş ki. Başına gelecekleri çok merak ediyormuş. En çok merak ettiği Küçük Melek’in geliş anıymış. Normal yoldan dünyaya getirmek istiyormuş onu. İlk çığlığını duymak istiyormuş. Kokusunu ilk kez o çekmek istiyormuş içine. Ama işler onun düşündüğü gibi gitmemiş işte. Otuz ikinci hafta doktor kontrolünde doktoru kesinlikle normal olarak doğuramayacağını söylemiş. Tıbbi bir sürü gerekçe sıralamış. “Sen demiş eğer illa normal yaparım dersen deneriz ama bil ki kendini ve bebeği büyük bi tehlikeye atmış olursun!” Çok korkmuş anne bebeğim demiş nasıl gelmek istiyorsa istiyorsa öyle gelsin. Geliş şekline de kendisi karar versin. Sonra geleceği günü kararlaştırmışlar. Beklediklerinden erken ağustos ayının 17.sinde gelmesine karar vermişler.

     Son günleri sayıyormuş artık “Anne”. En son yapması gerekenleri de yapmış. Büyük gece geldiğinde oldukça gergin, endişeli, meraklı bir şekilde sabaha kadar uyumamış.

     Küçük Melek’in geleceği gün gelmiş çatmış. Ev ahalisi güle oynaya hastane yoluna koyulmuşlar Küçük Melek’i karşılamak üzere. Herkes çok mutlu ve heyecanlıymış. Özellikle “Anne” başına geleceklerden habersiz titreye titreye girmiş ameliyathaneye. Başındaki doktor “şimdi demiş çok güzel bir rüyaya dalacaksın ve uyandığında küçük pembe meleğin kollarında olacak. Tatlı uykular...”

     “Anne” açmış gözlerini. Önce karnına gitmiş eli boşmuş artık küçük tepesi. Ayılana kadar binlerce onbinlerce kez sormuş bebeğim nasıl iyi mi?? diye. Yanındakiler de onbinlerce kez cevap vermişler çok güzel bir kızın oldu diye “Anne” tam anlamıyla uyanmış derin uykusundan. Sonra görmüş onu. Tam da düşlerinde ki gibiymiş. Pembelere bürünmüş. Melekler kadar güzelmiş. Bakmış yüzüne uzun uzun. Seyretmeye doyamıyormuş. Hoşgeldin diyormuş prensesim hoş geldin aramıza. Bembeyazmış prenses meleği. Hele o kokusu. Ahh demiş bu kadar muhteşem olacağını tahmin edememişim. Mutluluk sarhoşluğu içinde çektiği acılar bile vız geliyormuş.

     Şimdi Küçük Melek’i dünyaya adım atalı tam 18 ay oldu. “Anne” onunla büyüyor bir kez daha. Onunla öğreniyor yeniden. Hayatlarını pembe bir masala dönüştüren meleğine bakıp bakıp hayran kalıyor defalarca kez.


Not: Bu yazıyı Nisan 2009'da yazmıştım. Bloğunda da yer almasını istedim.



Ekim 12, 2009

HOŞGELDİN DEFNE BEBEK


Defnecik geldi hoşgeldi. Herkesin günlerdir merakla beklediği prensesimiz 10.10.09 gibi kafiyeli aynı zamanda güpgüneşli bir Ekim gününde aramıza katıldı. Canım arkadaşım Deniz anne oldu. Mutluklardan mutluluk beğendi. Sevgili Deniz ve Bülent size Defne kızınızla çoook mutlu, upuzun bir ömür diliyorum. Denizcim aynı zamanda sana da annelik maratotonunda muakkafiyetler:)))))

Cumartesi günü Ethica Hastanesi'ne Defne'yi görmeye gittik. Eylül uzaktan bakmakla yetindi ve benim bütün bebek nasıll Eylülcümm tarzındaki sorularıma rağmen herhangi bir yorumda bulunmadı. Sanırım hastaneden alıp eve götüreceğimizden korktu:) Defne'ye gelen çiçeklerden bir balon yürüttü. Çıkarken onu hastane odasında unuttu ve çok sonra farketti:) Bu duruma bayağı bir üzüldü. Diğer kankalarla buluştu. Koridorlarda koşturdu.

Nursel, Bülent, Koray üçlüsü dışında biz diğerleri hastane çıkışında Florya Sosyal Tesislerine gittik. Yemek yedik. Yavrucakları parkta salladık eğlendirdik. Eylül denizi görünce yine çok heyecanlandı. Nerden geliyor bu deniz aşkı anlamadım. Seneye göricizz bakalımm Eylül hanım ne kadar su kuşu olduğunuzu. Babanın seneye yaza seni kolluksuz yüzdürmek gibi planları var ona göre!! Umarım sen de onun gibi çok iyi bir yüzücü olursun. Balık gibi yüzersin de babacığını hayal kırıklığına uğratmazsın. Annen bu konuda pek başarılı değil. Bakınız burda da itiraf ediyorum görüldüğü gibi.

Pazar günü ise Soydan'ın çocukluk arkadaşı Süleyman ve Eşi'nin evlerine davetliydik. Kendileri yeni evli ve bizim onları ilk ziyaretimizdi. Ama Eylül Hanım aklına gelebilecek bütün mızmızlıkları sıraladı annenin burnundan fitil fitil getirdi. Hem de gayet birbiriyle bağlantılı olarak ve hiç sırasını bozmadan. Benim sabrımın en üst sınırını da denemiş oldu böylelikle! Bir an kendimden korktum:) Neyse ki kazasız belasız günü tamamladık. Anne akıl sağlını koruyabildi en azından. Süleyman ve Ebru'nun da gözünü iyice korkuttu bizim küçük cadı. Sanırım önümüzdeki on yıl çocuk mocuk yapmaya kalkışmazlar:))

Dönüşte babasının kollarında tatlı bir uykuya daldı ve bir kaç saat önceki cadılıkları yapan bu masum melek miydi diye bizi hayretlere sürükledi:))

Biz de baba, anne ve hala üçlüsü uyuyan meleği babaneye teslim edip sinema kaçtık. Çağan Irmak'ın yeni gösterime giren ve günlerdir gitmek için yanıp tutuştuğum filmi "Karanlıktakiler"i izledik. Ben filmi vasat buldum. Ya da çok büyük bir beklentiyle gittim bilmiyorum. Çağan Irmak sevdiğim ve çok başarılı bulduğum bir yönetmen olmasına rağmen bu sefer olmamış sanki. Konu havada kalmış. Sonu iyi bağlanamamış. Bilmiyorum ben pek tatmin olduğumu söyleyemem. Ya da Çağancım sen gerilim çekme güzelim. Bu işi beceremiyosun bence:) Kabuslar Evi serisi gibi hayal kırıklığı yarattı Karanlıktakiler bende.

Ekim 07, 2009

KO-NU-ŞU-YOR-SUN

            Konuşmaya başladın ve kelimeler inci taneleri gibi dökülmeye başladı dudaklarından. Ben bu konuda geç kaldığını düşünürken, her bir tarafta bununla ilgili türlü türlü dert yanarken; sen bir anda konuşmaya karar verdin. Ve arayı kapatmaya çalışırcasına o kadar hızla ilerletiyorsun bu yeni becerini. Bizi her gün yine hayretten hayrete sürüklüyorsun. Senin ağzından, senin kelimelerini duymak öyle güzel ki. Aylardır beklediğim şey gerçekleşti ve ben ağzım kulaklarımda dinliyorum sohbetlerini. Artık hissetiklerini anlatabiliyorsun bize. Ayağını bir yere çarptığında "acıdı" diyorsun mesela:) Ya da karanlık olduğunda "korktum"...

          Son üç gündür biraz hastaydın. Pazartesi günü öğlen uykusundan kulağım ağrıyor diye uyanmışsın babaannen bu mu diye sorduğunda hayır bu diye ağrıyan diğer kulağını göstermişsin. Babaannen beni aradı ben işten erken çıktım ve apar topar hastaneye götürdük seni. Doktorun muayenesi sonucu iltihaplanan kulağın senin gösterdiğin kulaktı. Bu bizim için bir dönüm noktası. Çünkü ilk kez ağrıyan bir yerini ağlayarak da olsa bize kendin söyledin. Neyse ki çok ciddi bir durum yokmuş. İltihap başlangıcıymış gribe bağlıymış. İlaçlarını kullanmaya devam ediyoruz. Şimdi iyisin.    

Ekim 02, 2009

HEPSİ ALEV - SELİM İLERİ



Sadece işe geliş gidiş zamalarında yolda okumak için zaman bulabildiğim kitaplarım benim hayatımın vazgeçilmezleridir. Aslında bu durum Eylül'den sonra devam eden bir durum. Önceleri okumak için çok zaman bulabilmeme rağmen, artık maalesef sadece yolda kitap okuyabiliyorum. Yeni bitirdiğim kitap yukarıda da görüldüğü üzere Selim İleri "Hepsi Alev". Tarihte Bizans'ın acımasız imparatoriçesi olarak geçen İrene'nin hayatını başka bir bakış açısıyla yorumlamış Selim İleri. Bir yandan "ikonoklazm" hakkında geniş bir şekilde bilgi verirken, bir yandan da İrene'nin hayatından psikolojik gel-gitlerinden kesitler sunmuş. Ve iki konuyu çok güzel bir şekilde iç içe sokarak sunmuş. Zevkle okudum.

KISKANÇ KIVIRCIK

Dün akşam sana anlatıyorum.
- Çok yakında küçücük bi bebek gelecek. Adı Defne olacak. Sen onu merak ediyor musun?, Görmeye gelecek misin?
Senden yine kesin bir "mammm ayırr oooomaz" yanıtı geldi. Bu aralar bebek lafı duymaya tahammülün yok. Kardeş istiyor musun sorularına da cevabın kesin ve net "ayırrr":) Anlatmaya devam ettim:
- Korkma şekerim bebek bize gelmeyecek. Denizin bebeği o.
Bunun karşılığında "Nenizz bebekkk budaaa" dedin ve karnını gösterdin:))