Bir zamanlar küçük pembe bir melek uzak diyarlardan bizim dünyamıza gelmeye karar vermiş. Düşünmüş taşınmış, önce anne ve baba adı verilen ve onu bu dünyaya taşımaya yarayacak iki kişi seçmesi gerekiyormuş. Kıvırcık saçlı, biraz inatçı, doğuştan yazar birini kestirmiş gözüne “anne” olarak. Onu seçmeye karar vermiş. ”Baba”nın ise çok güzel mavi gözleri ve kocaman iyi bir yüreği varmış.
Hissettirmeden usulca, sakin sakin yerleşmiş yeni mekanına. Biraz karanlıkmış önceleri bulunduğu yer, ama sıcakmış sımsıcakmış. Korktuğu, kendini yalnız hissettiği zamanlarda “anne” diye seslenirmiş içeriden. Tuhaf olan da “anne” her defasında duyarmış bu çağrıyı. Bulunduğu yerin “annenin” karnının içi olduğunu çok sonraları öğrenmiş.
Büyümüş, şekillenmiş yavaş yavaş. Bulunduğu yer dar gelmeye başlamış bir zaman sonra. Sıkışıyor, kıpırdanıyormuş sık sık. O her kıpırdadığında dışarıdaki “anne” ve “baba” öyle mutlu oluyormuş ki; alkışlarla, kahkahalarla karşılıyorlarmuş her tekmeyi. İlk önceleri “anne” hissetmiş bu minik kıpırdanmaları. Sonra o kadar güçlü ve büyük hale gelmiş ki “baba” da elini koyup hissedebilmeye başlamış.
Küçük Melek içeride “anne” ve “baba” ise dışarıda sayıyormuş günleri. Çok merak ediyormuş Küçük Melek dışarıyı. Dünya, nasıl bir yer acaba diyormuş içinden. Güneş varmış, deniz varmış, ağaçlar ve gökyüzü varmış. Kuşlar varmış ve kediler... Bilmiyormuş daha dünyanın çirkin taraflarını. Hep pespembe düşlerle hayal ediyormuş. Oysa savaşlar da varmış dünya denilen yerde, kuraklık da, açlık da. Küçük Melek bu gerçeklerden uzakta mutlu mutlu bekliyormuş dünyaya ayak basacağı günü.
“Anne” bir yandan harıl harıl hazırlık yapıyormuş dışarıda küçük misafirini kusursuz karşılamak için. Özene bezene hazırlamışlar Küçük Melek’in odasını. Mini minnacık kıyafetler almışlar. Hepsi ancak bir prensese yakışacak kadar güzelmiş. Çok mutluymuş “anne” yürümüyor uçuyormuş adeta. İçinden binlerce kez teşekkür ediyormuş Küçük Melek’e kendisini seçtiği için.
“Anne” eskisi gibi ince de değilmiş artık. Önünde küçük bir tepe oluşmuş. Büyük bir gururla meleğini taşıyormuş o küçük tepenin içinde. Ağırlaşmış hareketleri ama mutluymuş çok mutluymuş yine de. Yakında ona “anne” diyecek memesinden beslenecek bir melek gelecekmiş çünkü.
Rüyalarında görüyormuş meleğini. Gezmelere gittiğini, ona dondurma aldığını görmüş bir keresinde. Bir kere de ağlayarak uyanmış uykusundan. Almışlar onu elinden. Onu kaybetme duygusu öyle üzmüş ki “anne”yi uyandıktan, bunun bir rüya olduğunu anladıktan sonra bile uzun süre devem etmiş hıçkırmaya. “Baba” zorlukla sakinleştirmiş onu. İşte burda demiş meleğimiz senin içinde en güvenli yerde...
“Anne” biraz sulugözlüymüş o sıralar. Vara yoğa ağlar olmuş. Önceleri de öyleymiş ama bu devrede daha bir hassas olmuş sanki. Küçük Melek böyle zamanlarda hissedermiş annesinin üzgün olduğunu. İçerden var gücüyle tekmelermiş “Heyy ben buradayım anne, lütfen üzülme hiç birşey için seni çok seviyorum”. “Anne” bir anda gülümsemeye başlarmış. Böyle zamanlarda içini sonsuz bir huzur kaplarmış.
İleriki zamanlarda “anne”nin sesini de duyabilmeye başlamış Küçük Melek. “Ne kadar tatlı bir ses bu böyle” demiş kendi kendine. “Hiç bu kadar güzel bir ses duymamıştım daha önce.” “Anne” sanki bu sözleri duyuyormuş gibi şarkılar söylermiş küçük meleğine. Karnını okşar severmiş sanki onun yanağına dokunuyormuş gibi.
Doğuştan yazar ya “anne” yazarmış bol bol aklına ne geldiyse. Arkadaşları ona kendi elleriyle yaptıkları çok güzel bi defter armağan etmiş. İşte o deftere yazarmış anne içinden gelenleri. Sanki konuşurmuş kızıyla. Kız olduğunu, yani onun aslında bir prenses olduğunu ilk günden beri biliyormuş, hissediyormuş. Bunu öğrendikten sonra da hiç şaşırmamış.
Onula geçireceği güzel günleri hayal edermiş. “Kime benzeyecek acaba” diyormuş. “Umarım babasının güzel mavi gözlerini alır. Huyu da babasına benzesin onun gibi durgun bir su olsun.” Sonra konuşmalarını merak edermiş. Nasıl anne diyecek acaba. Nasıl sarılacak boynuma. Nasıl yürüyecek, koşarken düşüp canı yanacak mı?? “Anne”nin öpücüğü ile dinecek mi acısı. Sonra kokusu. Anne kokusunu da çok merak ediyormuş. Acaba nasıl kokar diyormuş. Babasına benzer mi kokusu?
Sabahları kalkar kalmaz aklına düşüyormuş “anne”nin prenses. Heryere onunla gittiğini bilmek çok mutlu ediyormuş “Anne”yi. Herkes çok güzelleştin diyormuş. Çığ gibi büyümene rağmen gözlerin bir farklı parlıyor. “Anne”lik sana çok yakışıyor. Çok gururlanıyormuş anne bu sözleri duyunca. Ölesiye bir sevinç kaplıyormuş içini.
Aylar ayları kovalamış. İnanılamayacak kadar hızlı geçiyormuş zaman. Oysa ilk başlarda nasıl da geçmez sanmış “Anne” zamanı. Ne kadar da uzun gelmiş ona kırk kocaman hafta. Oysa otuz haftası geride kalmış bile. Sadece on hafta kalmış geriye. Tabii Küçük Melek daha erken gelmeye karar vermezse. Küçük Melek’in geleceğini öğrendiklerinde mevsim kışmış soğukmuş. Ama yaz gelmiş şimdi. Havalar dayanılamayacak kadar sıcak olmaya başlamış. O yaz “Anne”nin hayatında gördüğü en sıcak yazmış.
Melek’in muhtemel geliş tarihi Eylül ayını gösteriyormuş. O yüzden, geldikten sonra “Eylül” demeye karar vermişler ona. Ahh ne kadar da kulağa hoş geliyormuş bu isim. Ne kadar güzel ve müzikli... İki ismi olacakmış meleğin. Diğer ismi “Ceren”. Onun geleceğini daha öğrenmeden aylar önce bir rüya görmüş “Anne”. Kucağına çok güzel bir kız bebek vermişler bu senin kızın demişler. “Ceren” diye çağırıyorlarmış onu. “Anne” bebeğe bakmış ağlamaya başlamış. Allahım demiş bu benim gördüğüm en güzel bebek. Bir kaç ay sonra da Küçük Melek’in geleceğini öğrenmiş.
Nasıl da tecrübesizmiş “Anne”. Nasıl da meraklı herşeye. Daha önce yakınında hiç bebek görmemiş ki. Başına gelecekleri çok merak ediyormuş. En çok merak ettiği Küçük Melek’in geliş anıymış. Normal yoldan dünyaya getirmek istiyormuş onu. İlk çığlığını duymak istiyormuş. Kokusunu ilk kez o çekmek istiyormuş içine. Ama işler onun düşündüğü gibi gitmemiş işte. Otuz ikinci hafta doktor kontrolünde doktoru kesinlikle normal olarak doğuramayacağını söylemiş. Tıbbi bir sürü gerekçe sıralamış. “Sen demiş eğer illa normal yaparım dersen deneriz ama bil ki kendini ve bebeği büyük bi tehlikeye atmış olursun!” Çok korkmuş anne bebeğim demiş nasıl gelmek istiyorsa istiyorsa öyle gelsin. Geliş şekline de kendisi karar versin. Sonra geleceği günü kararlaştırmışlar. Beklediklerinden erken ağustos ayının 17.sinde gelmesine karar vermişler.
Son günleri sayıyormuş artık “Anne”. En son yapması gerekenleri de yapmış. Büyük gece geldiğinde oldukça gergin, endişeli, meraklı bir şekilde sabaha kadar uyumamış.
Küçük Melek’in geleceği gün gelmiş çatmış. Ev ahalisi güle oynaya hastane yoluna koyulmuşlar Küçük Melek’i karşılamak üzere. Herkes çok mutlu ve heyecanlıymış. Özellikle “Anne” başına geleceklerden habersiz titreye titreye girmiş ameliyathaneye. Başındaki doktor “şimdi demiş çok güzel bir rüyaya dalacaksın ve uyandığında küçük pembe meleğin kollarında olacak. Tatlı uykular...”
“Anne” açmış gözlerini. Önce karnına gitmiş eli boşmuş artık küçük tepesi. Ayılana kadar binlerce onbinlerce kez sormuş bebeğim nasıl iyi mi?? diye. Yanındakiler de onbinlerce kez cevap vermişler çok güzel bir kızın oldu diye “Anne” tam anlamıyla uyanmış derin uykusundan. Sonra görmüş onu. Tam da düşlerinde ki gibiymiş. Pembelere bürünmüş. Melekler kadar güzelmiş. Bakmış yüzüne uzun uzun. Seyretmeye doyamıyormuş. Hoşgeldin diyormuş prensesim hoş geldin aramıza. Bembeyazmış prenses meleği. Hele o kokusu. Ahh demiş bu kadar muhteşem olacağını tahmin edememişim. Mutluluk sarhoşluğu içinde çektiği acılar bile vız geliyormuş.
Şimdi Küçük Melek’i dünyaya adım atalı tam 18 ay oldu. “Anne” onunla büyüyor bir kez daha. Onunla öğreniyor yeniden. Hayatlarını pembe bir masala dönüştüren meleğine bakıp bakıp hayran kalıyor defalarca kez.
Not: Bu yazıyı Nisan 2009'da yazmıştım. Bloğunda da yer almasını istedim.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder